Cazı harmanlayan piyanist Shirinov İstanbul'daydı

TAKİP ET

'Caz' deyince akla pek de gelmeyen rotalardan biri Azerbaycan. Halk müziğini cazla harmanlayarak modern bir dil yakalayan piyanist, besteci Elchin Shirinov geçtiğimiz akşam verdiği konserle bu algıyı yeniden tazelememi sağladı.

“Bir ülkenin türkülerini yapanlar kanunlarını yapanlardan daha değerlidir” demiş Sokrates öncesi dönemde yaşamış, ilk filozoflardan olduğu için felsefenin ve bilimin öncüsü olarak adlandırılan filozof Thales... Bana bu cümleyi yeniden hatırlatansa, 26. İstanbul Caz Festivali kapsamında, geçtiğimiz akşam sahne alan Elchin Shirinov Trio’ydu. Halk müziğini cazla harmanlayan Shirinov, Sakıp Sabancı Müzesi Fıstıklı Teras’ın boğaz atmosferinde müzikseverlerle buluştu.

Azerbaycanlı piyanist ve besteci Shirinov’a gecede eşlik edenlerse, Grammy ödüllü basçı Panagiotis Andreou ve yenilikçi melodilerin kâşifi, davulcu Engin Kaan Günaydın’dı. Shirinov ve İstanbullu müzikseverlerin bu ilk buluşmasıydı; gecenin sonunda alkışlardan da anlaşılan, İKSV bu defa da muazzam bir tanışıklık sağlamış oluyor. Performans bitimi ortaya çıkan fotoğrafsa; bundan sonraki yıllarda, Shirinov’u daha çok konserde göreceğiz gibi…

“Mutlu olmak için küçük bir şey bile yeterlidir. Örneğin bir gayda sesi! Müziksiz bir hayat, büyük bir hata olurdu.” diyen Alman, filozof, şair ve besteci Nietzsche’nin bu cümlesini şiar edinerek; İstanbul Caz Festivali’nin bir parçası olmaktan çok mutlu olduğunun altını çizen Shirinov’la bir röportaj gerçekleştirdik.

 “İlk gördüğümde âşık oldum”

 ABD’li caz piyanisti ve bestecisi Thelonious Monk’un, “Tüm müzisyenler bilinçaltında matematikçidir” diye bir sözü var. Hatta eski Yunan’da müzik, matematiğin dört ana dalından biri olarak kabul edilirmiş. Siz ne düşünüyorsunuz?

Monk’a katılıyorum. Müzisyenler ‘kolay notalı şarkı’ çaldıklarında bile, o bestenin bir işleyişi, zamanı ve bir formu vardır. Tüm bunların hepsi de “sayılar” demek. İki farklı disiplinden bahsediyoruz fakat müziğin armonik yapısı matematikseldir. Tabii ki müzisyenler performans sırasında sayılarla ilgilenmiyorlar, orada başrol hislerin, duyguların… Yani evet, bu işin bir matematiği var ama bu bildiğimiz matematikten de ötede bir şey! Duygularla, hislerle ve adını koyamadığımız bir sürü sihirli şeyle alakalı.

Sizi ilk defa tanıyacaklar için müzikal yolculuğunuzu anlatır mısınız; halk müziği ve caz buluşması nasıl oldu? Yaptığınız müzikte size ışık olan kişi ya da durum nedir?

Evimizde müzik hep vardı. O dönem, kardeşlerim folk ve klasik müzik okulunda, biri klarnet, diğeri de tar eğitimi alıyordu. Aynı zamanda da evde piyano eğitimine başlayacaklardı. Babam da onlara bir piyano satın aldı. 3 ya da 4 yaşlarındaydım, piyanoyu ilk gördüğümde âşık oldum; çıkan ses çok etkileyiciydi. Evde, sabah, akşam abilerimin piyano çalışmalarını duyuyor, ben de bu melodileri teybe kaydedip, kendi başıma çalmaya çalışıyordum. Bir gün, abimin müzik öğretmeni, evdeki piyona çalışıma şahit oldu. Şaşırmış ve etkilenmişti. Aileme, okulda eğitim almam gerektiğini söyledi.

Fakat ailem, kardeşlerimin eğitiminden dolayı yorulmuştu. Bir de sanıyorum, babam piyanonun benim için sadece bir oyuncak olduğunu düşündü ve çok geçmeden de bu oyuncağımı değiştireceğimi… Bu arada abimin bana aldığı Oscar Peterson, Chick Corea ve Vagif Mustafazade albümlerini dinliyordum.

Benim için farklı ve bir o kadar da yeni olan bir tarzdı bu. 8, 9 yıl sonra da büyük abim, bana bir klavye hediye etti. Böylelikle düğünlerde de maceram başlamış oldu. Başlangıç çok zordu, bu “garip şarkıları” beğenemedim! Kafam karıştı, fakat bu sürecin başından itibaren abim hep destekçimdi.

Azerbaycanlı, usta caz piyanisti Vagif Sadikhov’la da abimle çalışmak için gittiğimiz bir doğum günü etkinliğinde tanıştım. Kutlamada, Sadikhov’dan çalmasını rica ettiler, o da benim klavyemde çaldı. O güne kadar klavyemden duymadığım, farklı bir ses duyunca hem çok şaşırmış hem de çok heyecanlanmıştım ve kendisinden, bana öğretmesini istedim. Kabul etti.

Telefon numarasını verdi. Bir hafta sonra evine gittim ve o kapıyı açtığında, içerden Bill Evans'ı duydum. O zaman kimin çaldığını bilmiyordum ama sanki kendimi kaybetmiştim. Sadikhov gülmeye başladı ve “Evet, bu duyguları biliyorum, içeri gel” dedi. Ve cazı, o harika öğreticiden Sadikhov’dan öğrenmeye başlamış oldum.

 “Caz olmadan kendimi hayal bile edemiyorum”

İtiraf etmeliyim bestelerinizi ilk defa bu röportajı hazırlarken dinledim ve açıkçası çok etkilendim; klasik, caz ve halk müziğinin şahsına münhasır halini, sanki bastığınız her bir notada, kendi renginde duydum! Hatta başka müzik türleri ile yapabileceğiniz flörtler geldi gözümün önüne.

Aklınızda böylesi projeler var mı?

 Teşekkürler, beğenmenize çok sevindim. Bugüne kadar farklı ve harika müzisyenlerden ilham aldım. Fakat ilk Azerbaycan türkülerini düzenlemeye ve kendi bestelerimi çalmaya başladığımdaki ilhamımın sahibi, büyük basçı ve besteci Avishai Cohen'dir. Eski türküler hakkındaki düzenlemelerini ve şarkılarını gerçekten çok seviyorum. Yeni albümü “Arvoles”i, 7 Haziran’da çıkardı ve o albümde yer aldığım için çok mutluyum. Yeni projelerime gelince, birkaç fikrim var, gerçekleştiğinde yine sizinle röportajda paylaşmayı çok isterim.
 Caz ve halk müziğinin kökeni derinlikli felsefelere sahip. Sizin müzikteki derdiniz nedir? Bestelerinizin temasını neye göre belirliyorsunuz?

Müzik başından bu yana, beni çok derin ve özel bir yere götürüyor. Sahnede dinleyicilerle aynı müziğe odaklanıp, titreşimi hissedebilmek; işte gerçek mutluluk bu! 30 yıldan fazla bir süredir halk müziği dinliyorum. Aynı şekilde biraz daha az da caz müziğini. Her iki tür de bana birçok şey verdi ama dürüst olmak gerekirse, benim favorim cazdır. Caz hayatımın önemli bir parçası ve o olmadan kendimi hayal bile edemiyorum. Temaya gelince de, kompozisyonlarımdaki melodiler doğal olarak ve doğallığında geliyor. Melodiyi bulduktan sonra, sadece hangi imzanın olduğunu kontrol etmek için sayıyorum. Genellikle kompozisyonlarım düzensiz zaman imzalarından, doğaçlamalardan oluşuyor diyebilirim.

İlham konusunda herkesin farklı güzergâhı var, sizde nedir?

Benim ilhamım, büyük caz müzisyenlerinden ve bazen de Azerbaycan Halk Müziği’nden geliyor.
 “Besteler sanatçıların çocuklarıdır ama onların sahibi değiller”

Halk müziğinden caza evrilmeniz nasıl oldu? Günümüzde her ne kadar başlangıcından farklı bir boyuta kaymış olsa da, cazın da halk müziğinin kökenindeki gibi bir derdinin ve hayatı anlatma halinin olduğunu düşünüyorum; sizce?

Çocukluğumda duyduğum ilk tarz halk müziğiydi. Azerbaycan Halk Müziği olan mugam'ı gerçekten çok seviyorum. Mugam’da birçok doğaçlama var. Azerbaycan’dan mugam şarkıcısı Hajibaba Huseynov’u ilk defa dinlediğimde beni nasıl etkilediğini hatırlıyorum. Halk müziği ve cazın doğaçlamaları muazzam… Mugam ve caz sanatçıları da bestecidir. Bu da tabii ki, senfoni, sonat ya da etüt bestelemek zorunda oldukları anlamına gelmiyor. Bende durum ise şöyle oldu: Bir caz kompozisyonunu yapmadan önce birçok cazcının kompozisyonuyla tanışma ve dinleme fırsatım oldu. Süreç adım adım gerçekleşti ve zamanla daha çok anlamaya, öğrenmeye başladım.

Bu da yeni kapılar açmak, yeni yerler, yeni dünyalar bulmak gibi bir şey. Doğrusu bu süreci çok da sevdim. Sonuçta geleneksel müziği farklı formda melodilerle harmanlamak kendinizi iyi hissettiren bir deneyim. Beste ve solo doğaçlama benim için hikayeyi anlatıyor. Benim bestelerim ise; hayat, insanlar, ilişkiler, kendim ve duygularım hakkında…
 
Bugün icra edilen besteleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Caz ve halk müziğinin yeterince anlaşıldığını düşünüyor musunuz? Malum halk müziği kitlesi hâlâ aynı kalsa da, caz müziği burjuva çemberinde ses veren bir oluşuma kaydı; sizce?

 Kompozisyonlar bestecilerin çocukları gibidir ama onların sahibi değiller. Bir nevi onları serbest bırakırlar ve bu sürecin bir parçası oldukları için de mutlu olurlar. Bugün caz performansları birbirinden çok farklı, bence bu da harika! Bazı insanlar cazın sadece geleneksel olduğunu ve başka bir şey olmadığını düşünüyor. Ama ben öyle sanmıyorum. Bütün bu yeni caz simgeleri, caz dünyasına yeni ve özel bir şeyler getirdi ve getirmeye de devam ediyor. Zaten bu süreç de asla bitmeyecek. Herkesin yeterince caz ya da halk müziğini anladığını söylemek zor, çünkü herkesin kendince bir müzik algısı var. Mesela, bazı insanlar hayatlarındaki ilk caz konseri olduğunu ve çok da sevdiklerini söylüyorlar. Bunu görmek gerçekten güzel! Çok farklı seviyede dinleme ve anlama var. Ama ben dinleyicilerle müzisyenler arasındaki enerjiyi çok seviyorum; bazen neşeli, bazen de hüzünlü…

Ne olursa olsun herkes müziğe odaklanıyor. Açıkçası şaşırtıcı deneyimler bunlar. Bazıları o performansla adeta birlikte uçuyor gibiler, bazıları da telefonlarında konseri paylaşıp, fotoğraflıyorlar. Farklı davranışlar yani.

Dört yıl önce ABD’li caz saksafoncusu ve besteci Wayne Shorter dörtlüsünü dinlemek için Londra'ya gitmiştim.

Bu harika müzisyenleri dinlemenin beni nasıl mutlu ettiğini anlatamam. Çok derin ve özel bir konserdi. Konser bittiğinde, dinleyicilerden birinin yanındaki arkadaşına “iyiydi, sorunsuz geçti” dediğini duydum. Ben ve arkadaşım gerçekten şaşırdık. Ne yani, sadece “iyiydi” ve “sorunsuz” muydu? Bence “harikaydı”. Tabii ki onlarla tartışmadık ve bu konserin caz tarihindeki en özel konserlerden biri olduğunu da söylemedik! Yani herkesin kendi müzikal kavrayışı ve algısı var.

Bazı insanlar derin, bazıları ise o kadar da derin değil. Bir bestenin, o derinlikli yere nasıl dokunabileceği gerçekten de çok özel bir an. Bence, hepimizin bu farklı duygulara ve o derin hislere ihtiyacı var. Bazıları cazdan, bazıları klasik müzikten, bazıları resim, heykelden etkileniyor. Sonuç şu ki; insanlar kendilerini sanatta bulduğunda ya da tanımladığında, yaşamları çok daha güzel oluyor.

Halk müziği, caz ve piyona sizin için tek kelime ile ne ifade ediyor?

Benim hayatım…