6'YLA 8 ARASI"Yazı mı Tura mı?"Bir modern insan sorunu olarak “seçememek” günlük hayatımızın her alanına sirayet etmiş durumda. Tekdüze yaşamamak ve seçeneklerin artması; bunların mekansal olarak bazen daha yoğun yaşanması bu döngüyü sıklaştırıyor. Örneğin; dersten çıktık, yürüyoruz ve açız. Ne yiyeceğiz? Herkes birbirine dönüp soruyor, fikirler havada çarpışıyor; sonunda ya çoğunluğun ya da çoğunluk oluşmazsa daha baskın olanın istediği yemek yeniyor. Sabah evden çıkmadan önce hazırlanırken gardırobu açıp boş boş bakıyoruz: Ne giyeceğiz? Bu rengin benzerini dün giymiştin, bunu giysen hava sıcak gibi… Sonunda muhtemelen ilk göze çarpan giyiliyor. Bu soruları cesurca artırabiliriz: Ne dinleyeceğiz, nereye gideceğiz, ne okuyacağız, hangi otobüse binsek yol kısalır, hangi telefonu almalı, ne, nereye, hangi, hangisi… Bu tarz sahnelerden illa ki birini, illa ki birimiz yaşadık. Peki, tüm bu günlük seçimlerin bu kadar değerli her bir 24 saatimizin ne kadarını gasp ettiğini hesaplamaya kalkabilir miyiz? Tüm bu alternatifler ve tercihler hakkında biraz kafa yorunca, hesaplamaya değil ama tasarruf etmeye yönelerek, öncelikle en çok düşündüğüm; hangi kitabı okuyup, hangi filmi izleyeceğim konusunda bir hızlı karar mekanizması oluşturabildim. Şöyle ki, okuyacaklarımın da izleyeceklerimin de bir listesi vardı. İki kutu ayarladım, küçük küçük kağıtlar kestim, bu kağıtlara okuyacağım kitapların ismini tek tek yazdım ve bir kutuyu bunla doldurdum; diğerini de aynı sistemle ve izleyeceğim filmlerle… Böylelikle o zamandan beri bu güzide tercihler konusunda “hangi…” dediğim an ilgili kutudan bir tane kağıt çekiyorum ve bu durum şaşkınlık yaratıcı derecede tasarruf sağlıyor. Bir de, genelde kendi başımayken; iki şeyin arasında kaldıysam; elma yemek ya da kahve içmek gibi; hemen bana en yakın, havaya atabileceğim ve iki tarafı farklı olan bir şeyi, ki bu bazen bir 2’si 1 arada paketi olabiliyor, bir tarafını seçerek havaya atıyorum ve hemen tercihimi belirliyorum. 25 kuruşluk bir kahve ambalajının yapacağınız şeyi belirlemesi oldukça muazzam ve sade hissettiriyor. Her gün uyandığımızda bir arabanın içindeyiz aslında. O günün sonunda kontağı kapatana dek yetecek kadar yakıtımız var. Güzergahımız belliyse yani hayallerimiz ya da hedeflerimiz varsa; direksiyonu yerli yersiz ve fütursuzca sağa sola kırmak çok manasız olmaz mıydı? Ya da ikide bir frene basıp beklemek? Bir zamanlar bir içeriğe rastlamıştım, sosyal içerik platformlarından biriydi. Kapsül gardırop yani belli bir kıyafet stilinin hakim olduğu, seçme yelpazesinin oldukça daraltıldığı gardırop, fikrinden, başarılı insanların niçin kapsül gardırop akımına uyduklarından bahsediyordu ve genelde de zaman tasarrufu ve hızlı karar alma yönü ile bu akım ön plana çıkarılıyordu. Hani, Cem Yılmaz senelerdir aynı tarzda ve siyah giyiniyor ya, ona atıfta bulunuyorum. Buradan başlayarak şu tüketim çılgınlığının da üstüne yürünebilir aslında. Bence bir gün; ne yiyeceğimizi, ne giyeceğimizi düşünerek önemli bir kısmını çöpe atacağımız kadar önemsiz olmamalı. Bir modern insan sorunu olarak “seçememe”nin hayatımızın her alanına sirayet ettiğini sanırım inkar edemeyiz. 2 şey arasında kaldığınız ilk an; 6’yla 8 Arası hariç; bu günü hatırlayıp gülümseyerek bir yazı-tura atmanız mümkün mü? Tabii, yazıyla tura arasında da kalmayacaksanız... 13.05.2016 BAŞAK IŞILDAKLI