Tarihin pis kokan, köhne ve karanlık bir sokağındayız. Tarihin akışı mı budur yoksa biz mi bu çizgiyi gerisin geri yürümeye başladık kestiremiyorum. Yolumuzu aydınlatabilecek tek ışık köşe başında bırakmış olduğumuz silik sokak lambası. Onu görmeye de ne mecalimiz var ne de sabrımız. Kalbimiz katran karası, vücudumuz yorgun, ruhumuz dışlanmış. Sağımızda, solumuzda, arkamızda düşenler var. Azalarak ilerliyoruz. İsyanımız bir damla olup kaldırım taşlarına çarptığında gidenlerin geri gelmeyeceğini bilerek ilerliyoruz. "Alışmayacağız" derken de ne kadar alıştığımızın farkında olmayarak ilerliyoruz. Peki suçlu muyuz, kurban mı? Bunca yıl yaşananlara sırtımızı dönerek, kulaklarımızı tıkayarak, yüzümüzü ekşiterek verdiğimiz tepkilerle -evet- birer suçluyuz. Ölenleri ayrıştırdığımızda, oh olsun dediğimizde, lanet okuduğumuzda, ölümler üzerinden el çırptığımızda, birbirimizi sevmeyi bıraktığımızda...Ölümlerin ardından 'ama' lı cümleler kuracak kadar alçaldığımızdan beri suçluyuz. Suçlu olmak toplumsal olarak "kurban" olmaktan alıkoymayacaktır bizleri. İnsanlara bir türlü konduramadığım ölümün bu türlüsüne, birilerinin ihmalkarlığına , sorumsuzluğuna ne yazık ki hepimiz potansiyel birer kurbanız. Bizim için var olması gereken sistem, bizleri inşaasında birer tuğla gibi görüp ölümlerimizi; kanallarında alt yazıya sığdırılmış rakamlar olarak vererek, haberlerinde bir saatliğine acılarımızı kullanmaktadır. Böylece yaşarken insana verilen değer, öldüğünde de bizleri şaşırtmazcasına değişmez bir nitelik gösteriyor. Tarihin pis kokan, köhne ve karanlık bir sokağındayız. Buradan geniş, aydınlık caddelere sadece yaşayarak ve yaşatarak, ateşin düştüğü yerdeki acıyı paylaşarak ulaşabiliriz.