Her birimiz toplumun devamını sağlayacak birer neferi olarak yetiştiriliriz. Açıkçası doğuda, batıda nerede olursanız olun bu geçerli bir kuraldır. Hele ki sağ partilerin iktidara tırmanmaya başladı bir dünyada. Kim olduğunu değil ne olduğunu göğsünü gere gere ifade eden, "en" kelimesini başucunda, ihtiyaç anında kullanabilir olarak bulunduran, her sabah zırhlarını kuşanan, kimliklerini kaybetmiş insanlarız. X ülkesinin vatandaşıyız, x parti üyesiyiz, x üniversitesinin öğrencisiyiz ama tüm sıfatlardan arınmış saf bir "ben" değiliz. Çılgınca ismimizin önüne eklediğimiz ( çekilip uzaktan bakınca da kendimizi bir halt zannettiğimiz ) ünvanlarımızla saygınlığımızın arttığına inandığımız, gösteriş dünyasının maskotlarıyız. Kendimiz olmayı nerede unuttuk? Bu bize nerede unutturuldu? Sokakta yürürken her birimizin omuzlarındaki yorgunluk ne zaman bu kadar birikti? Tabi bir de tahammülsüzlüğümüz, birbirimize olan tahammülsüzlüğümüz. Her an birbirini ısırmaya hazır kinimizi ve öfkemizi kınından ne zaman çıkardık? Hoşgörüyü gülümsemeyi, yardımlaşmayı, bizden farklı olanı kucaklayan değerlerimizi hangi köşe başında bırakıp, yanımıza bizi her an yemeye hazır "çıkarı" dost ediniverdik? Benliğimizle tanışıp, toprağın üstünde biten ottan farklı olduğumuzun ayırdına varmamız gerekiyor. Koşullanmaları yıkıp, kendimizi inşa etmemiz gerekiyor. Şuan yapılabilecek en yerinde başlangıç, Jackie Chan'in Afrika kaplanı filminde olduğu gibi kollarımızı iki yana açıp "kimim ben" diye sormak olacaktır.