Hepimizin dönem dönem içini sayfalara döktüğü zamanlar olmuştur.İyi ya da kötü bir şeyler karaladığı, iç sıkıntılarını, kalbinin ulaşılamayan kapalı odalarını açtığı anlar olmuştur.Böyle anlardan birinde ülkemizin acılar tarihine eklenen o kara güne, Soma'da ki maden faciasına dair "acıyı kalbimin üstünde tüm ağırlığıyla hissediyorum" diye not düşmüşüm. Henüz üzerinden iki yıl geçmesine rağmen unutuverip sadece sayıya indirgediğimiz bu olayı ve sonrasında yaşananları takip edenler çok iyi hatırlayacaktır. Bu yazıda üzerinde durmak istediğim mevzu ise o dönem ve sonrasında yaşanan hukuksuzluklar, çalışma koşulları ya da kimin ne deyip ne demediğinden ziyade, insan kalmaya çalışan biri olarak ne hissettiğim. Onur Behramoğlu da böyle hissetmiş olucak ki olaydan bir ay sonra kaleme aldığı bir yazısında "yüzlerce madenciye ağladıktan hemen sonra güzellik yarışması izleniyorsa, nehri geçen sürü içinden iki sığırı timsahlar kaptığında durumu bir süre gözleyip yollarına devam eden yüzlerce sığırla aramızdaki farkın ne olduğu sorusu sorulmalı " diye ifade etmiş. Sahi vicdanını kaybeden, değerlerini yitiren toplum nasıl yolunu bulur, nasıl iflah olur acılara duyarsızlaştırılmaktan, bana ne demekten nasıl alıkoyar kendini? Toplumda yaşanan her faciada,skandalda, hukusuzlukta, cinayette; tepkisizliğimiz korkulanı başımıza getirecek, bizleri de yaşananların öznesi kılacaktır. Sıramızın ne zaman geleceğini beklemekten başka şeyler de gelebilir elimizden, ama önce hatırlamamız gerekiyor. Ölümün koynuna aldığı o insanların birer sayı değil bizler gibi ailesi olan,alışkanlıkları, aşkları, dostları olan, gülen, ağlayan canlılar olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Unutmanın yok saymak olduğunu, yaşamın bireyselliğimizin içine gömülürsek hiç de anlamlı olamayacağını hatırlamamız gerekiyor.