—Tüfeklerini atıyorlar ! dedi, Pioni. Çıkarıp bırakıveriyorlar yere ve sonra bağırıyorlar. —Silahlarını bırakmamalılar. —Tüfeklerini atınca onları bir daha savaştırmazlar sanıyorlar. Birey ve savaş arasındaki boşluğu en güzel anlatabilecek cümleler bunlar sanırım. Birileri bizim için o boşluğu dolduruyor, savaşı bizim için anlamlı kılacak cici sözlerle bize sesleniyor ve elimize tutuşturuveriyor silahları. I. Dünya Savaşı'nda yer alan Hemingway, neden oturup "Silahlara Veda" isimli bir kitap yazdı? Savaş sona erdiğinde savaşın neden çıktığını dahi hatırlamayan devletlerin, bu acıya sürüklediği insanları görüp zihnimizde ve yüreğimizde bir yankı bulması için miydi yoksa " bu savaşta ölmeyecektim ben, benimle ilgisi yoktu bu savaşın" diyerek gerçekdışılığına ve anlamsızlığına yaptığı vurguyla aslında savaşların bir galibi olamayacağına mı atıfta bulunmak istemişti? Hangi noktaya atıf yaparsa yapsın biliyoruz ki bugünün dünyası, Hemingway'in dünyasından çok da farklı değil (müthiş teknolojilerimiz ve uluslararası alanda pratik bir işlerliği olmayan uluslararası kuruluşlarımız dışında tabi). Yüzyıllar önce yaşamış insanlardan farkımız sadece görünüşte. Kıyafetlerimiz değişti, teknolojilerimiz değişti, kurumlarımız değişti, gündelik eşyalarımız ve gündelik pratiklerimiz değişti ama yok etme arzumuz ve daha fazlasını isteme huyumuz, körüklenmeyi bekleyen bir ateş gibi hep içimizde durdu. Bugün ise dünya adeta bir yangın yeri. İnsanlar, toplumlar; uçurumun kenarına kadar getirilip oradan atlamaktan başka seçeneğin sunulmadığı bir sistemin içinde. Bu durumda 'silahlara veda edilebilmesi' gerçek kılınabilir mi yoksa hayallerimizde yaşattığımız bir dünyanın görüntüsü olarak mı kalacaktır sorusunu sormak ped de akıl işi olmayacaktır.